Önsöz

Artık hayatın prezervatıf kullanma vakti geldi de geçiyor..

18 Eylül 2023 Pazartesi

Beni ben anlamamışım, benden başka kim anlasın

Kayaların üzerinde, dalgalı denizin ufkunda batan güneşin turuncudan kızıla çalmasını izliyordum. Tuz ve yosun aromalı esen rüzgarlara eşlik eden, kayalardan gelen dalga sesleri ruhumu dinlendiriyordu. Üç duyu organım anın keyfini çıkartmak için birbirleriyle yarışıyorlardı. Ta ki haylaz çocuk beyin ortalığı karıştırına kadar. Her zamanki gibi eski dostu kalbe manzaranın verdiği rehavetle sataşma ihtiyacı duydu…

-“İkimizde aşk kelimesinin anlamının ne kadar mübalağa içerdiğini edindiğimiz tecrübelerle öğrendik. Aşk ateşli bir başlangıçtı belki ama aslolan her zaman sevgi oldu. Biz insanların bildiği gibi filmlerde, hikayelerde anlatıldığı şekilde sevmedik. Kendimize göre, tam tabiriyle kendimizce sevdik. Bazı anlarda sen dozajı arttırdın tabi ancak gerçek hayatın rastlantısal düzenine ayak uydurmaya çalışırken sosyal medyada yayınlanan düzmece romantik paylaşımlar gibi olamazdık ki. Kalıplaşmış romantizm algısının çok ötesinde bir şey hissediyoruz. Biz başkaları gibi kulaklarımızla değil gözlerimizle seviyoruz. Göstermeyi hiç bilmiyoruz , belki de bilmek istemiyoruz. Çünkü sevgi ne gözle görülür, ne elle tutulur. Sevginin varlığının gerçek kanıtı sabırdır. Aslı Kerem’e sevgililer gününü kutlamadığı için sitem etseydi, Şirin Ferhat’a doğum gününde neden hediye almadığını sorsaydı bunlar masal olarak bugünlere kadar gelebilir, dilden dile anlatılabilir miydi hiç?” Dedi usulca gülümseyerek.

“Her zamanki gibi politik maskenin ardına gizli süslü cümlelerinle beni manipüle edeceğini düşünüyorsan yanılıyorsun. Denizde köpek balığıyla yarışmaya çalışan bir kartaldan farksız bir konumdasın. Bana aşkı ve sevgiyi anlatabileceğine inandıran gerçeklerin beni çok güldürüyor. Aşk sevginin en konsantre edilmiş halidir.. Zaman ve yaşanmışlıklarla doğru oranda seyrekleşir. Aşkın senin anlattıklarından daha yüce amaçlarıda vardır, ruhu beslemek gibi. Ancak senin süslü ve manipülatif cümlelerin kadar basit değil maalesef. Sevgi hissettirildiği kadar anlam buluyor karşı tarafta. Karşılığı olmadığı sürece sen kendi başına sevmişsin kime ne? Karşılaştığın her kişinin kendine has özellikleri, davranışları, beklentileri ve değer verdiği şeyler vardı. Sen o kadar ben merkezlisin ki karşındakini anlamaya hiç çalışmıyorsun. Kaç kez sana söyledim karşındaki kişiler için önemli şeyleri. Tek yapman gereken bana hatırlatmaktı. Geri kalan her şeyle ben zaten seve seve ilgilenirdim ancak sen hep unutuyorsun. Zaten sayende gerçek sevgiyi çok nadiren hissediyorum. Yarattığın labirenti geçmeyi başarabilenlerin sayısını sen de, ben de biliyoruz. Bu kadar ince eleyip sık dokuduktan sonra neden beni hep tek başıma bırakıyorsun? Neden yardımcı olmuyorsun?” Dedi sitemkâr bir sesle.

-“Sen benim aklımla mı oynuyorsun, salağa mı yatıyorsun? Senin sevgi dediğin şeylerin hepsinin altında yatan maddesel gerçeklerin farkında mısın? Ödediğimiz bedellerden sonra bana sevgiyi göstermiyorsun diyerek acizlik ediyorsun. Beni “ben merkezli” olmakla suçluyorsun da biz bir çizgi film karakteri değiliz ki parmağımızı şıklattığımızda yaşadıklarımızın akışı değişsin. Gerçek hayatta, gerçek kararlar alan ve aldığı her kararın iyi ya da kötü bir bedeli olan bir yaşam şeklini yaşıyoruz. Evet sevgi nadiren hissettiğimiz bir duygu katılıyorum ancak sen içimizde hissettiğimiz sevgiyi öncelikle dış dünyanın etkilerinden koruyup sabırla ilmek ilmek işlememiz gerektiğini kabullenmiyorsun. Popülist yaklaşıyorsun olaylara ancak geçmişi düşünerek cevaplamanı isteyeceğim bir sorum var. Hayatının her anında sürekli mutlu olarak yaşayan kaç çift tanıdın? Kaç yaşlı insan tanıdın bir söylesene. Bugünün koşullarında etrafındaki insanlarda gördüğün sevgi kavramlarının kaç yıl daha devam edeceğine inanıyorsun. Her gördüğünün doğru olduğunu nereden biliyorsun? Sevgi küçücük bir tohum gibidir. Yaşanılan olaylarla büyür ancak zor koşullar altında güçlenir. Şu arkandaki ormanda diğerlerinden çok daha kalın gövdeli ve ihtişamlı yaprakları olan şu ağaca sorsana kaç fırtına atlattığını. Git sor ki anlatsın sana yaşadığı her sorunda nasıl köklerini sıkı sıkıya toprağa bağlandığını. Sor ki göstersin sana tek bir gövdeden zamanla neden birden çok dallara uzandığını. .” Dedi ses tonunda gerginlik ve üzüntüyle.

- “ Ben duygusal bir varlığım ve ne kadar inkar etsen de hislerimi en iyi sen anlıyorsun. Mutlu bir hayatı, sevdiğimiz insanla yaşama hayalini bile kurdurmuyor, üzerine bir de beni çok yoruyorsun. Senin yüzünden bazen tek ihtiyacım olan birinin bize içten bir şekilde sarılıp “çok yoruldun ama başaracağını biliyorum asla pes etme” demesi oluyor. Kaosla besleniyorsun ve kırılmaz bir inanç sistemin var. Ben senin kadar analiz yapmak istemiyorum. Ben her hücremde sevgiyi hissetmek istiyorum. Sevgimi göstermek istiyorum. Bu acizlik veya güçsüzlük değil çok iyi bildiğini biliyorum ancak dışarıdan duygusuz ve mimiksiz bir kaya olduğumuzu düşünmeleri beni çok zorluyor. Evet fırsatını bulduğumuzda çocukluğumuza dönüyoruz yaşımızın olgunluğunu unutup yüzümüze tekrar çocuksu ve haylaz gülümsememiz geliyor ama bu bana yetmiyor. Birini severken yalnızca kaşını, gözünü, huyunu sevmiyorum. Biliyorum ki onlar değişir, dönüşür ve geçer. Varlığını seviyorum. Orada yanımda olduğunu bilmeyi seviyorum.” Dedi hafif bir tebessümle.

- “ Senin analiz dediğin şeyler aslında görmek istemediğin gerçekler. Ben sana doğruları söylerken sen duymak istediklerine inanmayı tercih ediyor, gerçeklerin acımtırak duygusunu reddediyor olabilirsin ama değiştiremezsin. Sadece kurbanlık koyun gibi kabullenmeyi beklersin. Bizim dış görünüşümüz zamana yenik düşüyor olabilir ama ruhumuzda hep aynı meraklı çocuk yaşayacak. Çünkü tek gayem bu çocuğu korumak. Acımasız insanların bu çocukta telafi edilmeyecek derin yaralar açmasını engellemek için kuruyorum labirentleri. İstemiyorum hak etmeyenin girmesini. İstemiyorum girenin bu küçük çocuğu tüketmesini. Bazen kendimi suçluyorum daha fazlasını neden yapmadım diye. Şunu doğru anlaman gerekiyor. İçinde bir hazine taşıyorsun. Başkaları için kıymetli olmayabilir belki ancak bizim için ondan değerlisi yok. İşte bu sebepten doğru insanları bulmamız gerekiyor. Gözünde canlandırsana yaşadığın her anıyı, düşünsene bugüne kadar hayatında kalan insanları. Hepsinin bir ortak noktası var. Bazıları gitmek için bir çok sebebi olduğu halde kalmayı seçti. Bazıları ise kalmak için bir çok sebebi olduğu halde gitmeyi seçti. O yüzden sevgi, gerçekten en çok cesurları seviyor. Korkak olanlar gitmenin bahanesini, cesur olanlar ise yanımızda kalmanın nedenini her seferinde buldu. Bırak seni sen olduğun için seven insanlar olsun yakınında. Seni sen yapan özellikleri sevip sonra senden o özellikleri almaya kalkmasın kimse. Zamanımızı boşa harcama. Değiştirmemiz gereken bir dünya var önümüzde. Dokunmamız gereken hayatlar var. Bundan on sene sonraki halimizi kıskanmamız gerekiyor. Kim bilir nelerin üstesinden gelmiş, neler başarmış olacak. Kadere inanırım. Ancak bunu değiştirme gücümüz olduğunu da tüm benliğimle biliyorum. Romantik olmayabilirim belki ama enerjiye senden çok inanıyorum ve tüm hücrelerimle biliyorum ki iki ruh birlikte olmaya kaderliyse aralarında görünmez bir kırmızı iple bağlanırlar. Zaman, yer veya durum ne olursa olsun bu ip gerilebilir, dolanabilir ama asla kopmaz” dedi gözleri dolmuş ama heyecanla etrafı izlerken.

- “ Sen bu çocuğu sevgi adı altında sevgisiz bıraktığının, onu yalnızlığa terk ettiğinin farkında değil misin? Söylesene en son ne zaman gerçekten kalbimiz yerinden çıkacakmış gibi heyecanlandık? Söylesene en son ne zaman hiç bırakmayacakmış gibi sarıldık? Söylesene en son ne zaman tam anlamıyla birine güvendin? Bütün gerçekliğini birisine açtın? Tüm hücrelerinle sevdin? Senin güveninin altında şüphe var. Senin gerçekliğinin altında şüphe var. Senin sevginin altında şüphe var. Yarattığın beden algoritması öyle bir çalışıyor ki ben ne hissedersem hissedeyim, ne kadar seversem seveyim incecik bir ipliğe bağlı dönüp arkamızı çekip gitmemiz. Üzüntü yaşanır, acılar geçer, anılar unutulur. Yaşananlar tecrübe sınıfına konulur ve hiç var olmamışçasına hayat devam eder. Resmen etten kemikten yapılmış bir hapisanede yaşayan iki patron, aynı zamanda iki mahkumuz. Yaşam hızla akıyor gözlerimizin önünden ve biz acımasızca savaşırken batan güneşin güzelliğinden bile keyif almakta zorlanıyoruz. Anı yaşıyor, geleceği planlıyor ama duygusal sabitlikten yoksun yaşıyoruz. Çok yoruyor beni gün içerisinde bir mutlu, bir üzgün, bir kızgın, bir huzurlu olmak. Yaşattığın ani duygu değişimlerini kaldırmakta zorlanıyorum. Alıştım belki ancak bana bunu hissettirmeye hakkın var mı? Muazzam bir irade yaratmışsın. Seninle savaşmak ne mümkün. Kahkahalarında gizliyorsun hüznü, özlemi. Bununla savaşma şansım yok ancak gene de bu savaşı kazanma şansın da yok çünkü bir birbirimize muhtacız. Sen gücünü özgüveninden ben ise yıllardır içimizde sakladığımız o çocuksu ruhun barındırdığı sevgiden alıyorum. Beni yok etmek için kendini yok etmen gerekiyor bunu o kalın kafana sok!” dedi göz yaşlarının yerini ateş gibi parıldayan hırs almıştı. Bu hırs kazanma hırsı değildi. Bu hırs sevginin her şeyden üstün geleceğine tüm kalbiyle inanan bir ruhun hırsıydı.

“ Bazı insanlar başkalarına ders vermek için çekip giderler. Biz ise kendi dersimizi aldığımız için çekip gideriz. Can Yücel çok güzel anlatmıştı bizi bir şiirinde; “Gittin mi büyük gideceksin. Ayrılık bile gurur duyacak seninle. Gittin mi ayakların onun yakınından bile geçmeyecek. Gölgen bile kalmayacak ardında. Gittin mi onurunla gideceksin. Haklıysan gidecek, gitmişsen dönmeyeceksin.” 

Ayrıca ne çabuk unuttun sabahsız gecelerimizi. O zamanki kahkahalarında hüzün mü vardı yoksa şehvet mi? Baksana, biz hüznü her seferinde senden kontrolü devraldıktan sonra yaşıyoruz zaten. Bunları bize sen yaşatıyorsun. Aldığın her karar, denediğin her ilişki hayal kırıklığından ve tecrübeden başka ne kattı ki bize. Sonsuz mutluluğu, ruh eşini buldun da benim yüzümden mi kaybettin? Kontrolümde hayal bile edemeyeceğin zevkler yaşarken halinden çok memnundun. Hayal gücünün sınırlarını zorlarken hiç itiraz etmiyordun. Sabah uyandıktan sonra arkanda seninle biraz daha zaman geçirmek için gözlerinin içine bakan insanları terk ettiğimizde senin sevgi anlayışın, romantizmin neredeydi? Duyguların neredeydi? Unutma ki bu hayatta yanlış düşünebilirsin, yanlış anlayabilirsin, yanlış yapabilirsin ama asla yanlış hissedemezsin ve o zamanlar neler hissettiğini ikimiz de çok iyi biliyoruz. ” Dedi haklı olmanın verdiği hüzünlü bir gülümsemeyle.

“ Bir gün gelecek ve yapacak tek bir hamlen bile olmayacak. Bir gün bir kadın gelecek ve bütün benliğini gerçek sevgiyle zehirleyecek. Önce güven adı altında yarattığın bütün labirentleri parçalayarak geçecek. Sadakat adı altında sana bütün benliğiyle sarılacak. Saygıyla dokunacak, değerlerini kendi değerleriymiş gibi benimseyecek. Sabırla işleyecek içimizdeki çocuğu ilmek ilmek. Merhametle bakacak. Şehvetle hiç bitmeyecek gibi sevişecek.  Tutkuyla savaşacak ve asla pes etmeyecek. Bir kadın gelecek. Yanımızda veya arkamızda durmayacak. Bizimle bir olacak. O gün hayat yeniden başlayacak. Zaman duracak. Yaşananlar unutulacak. Her şey yeniden başlayacak. O gün kendini yalnız hissetmeyeceksin. O gün hayallerine uzanan engebeli yolda kendine bir arkadaş edineceksin. Senin yapabileceğin tek şey hayatında ilk defa “an” dan ve gelecekten keyif almak olacak.” Dedi gözlerinde parlayan umutla.

Tartışmanın bir kazananı yoktu. Kazanmanın bir anlamı yoktu. Benlikten öte bir kazanan yoktu. Benlikten öte bir anlam da yoktu. Sevgi bakarken kıyamamak, yedikçe doyamamaktı. Bugüne kadar yaptığım hiçbir şeyi sevilmek için yapmadım, sevdiğim için yaptım. Teşekkür etmesini çok iyi bildim. Hayatımda olmaması gereken insanlara, bunu kendi imkanlarıyla gösterdikleri için teşekkür ettim. Hiçbir zaman kızmadım çünkü buna ihtiyacım vardı. İçimde koruduğum benliğim her zaman duygusaldı. Verdiği değerin, sevginin peşinden gidip kör olabiliyordu. Hayatımda olmaması gerektiğini, benliğime bunu kanıtlayarak böylesi bir iyiliği yaptığı için tüm varlığımla teşekkür ettim. Dalgalar kıyıya çarpmaya devam ediyordu. Güneş ufuktan batmış. Kırmızı yerini gecenin lacivertine bırakmıştı. Tuz ve yosun kokuyordu hava. Gözlerim dolmuştu. Sevdiğim bir şiirle veda etmekten başka bir şey kalmamıştı. Derin bir nefes aldım ve bir çırpıda okuyup beni bekleyen geleceğe kalktım.

Bahçe kapısından sızdılar

Aralık kalmış neresi varsa hayatımın

Bünyede bastırılmamış ne kadar isyan varsa ordan

Daha asitli bir yalnızlık için dilek tutuyorum şarkılara


Sıradaki benim şansıma diyorum

Haberler başlıyor birden

Benden, hazin biçimde bahseden

Kumsalların istenmeyen kaç kum tanesi varsa

Önde gideniyim her tazyikli akışta


Zayii makaminda bestelenmiş yazılar kaldı avluda

Gitme diye yalan bile söylerim

Yerini söylerim ne saklamışsan kal diye

Bu yaz'ı serin tutalım diye çıplak tenlerde

Geceyarısı tatlı bir soğukluk olsun diye her sevişme

Aramizdaki her üryan gelişme


Hem gidenedir bu şiir

Hem gelecek olana

O da biraz oyalanıp gider nasılsa

Hep haberler başlayacak biliyorum

Hangi şarkıyı seçsem şansıma


Şimdi şifa niyetine giriyorum sulara

Mavisine değil denizin

Sade tuzuna


Yılmaz Erdoğan



  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder